Birikti - Duruldu - Süzüldü

ÂŞIK ŞEM'Î

Mevlâna Müzesi’nin Üçler Kabristanı tarafındaki duvarlarının dışında, kaldırımın kenarında tek başına duran kabir yoldan geçenlerin dikkatini çeker. 1783-1840 yılları arasında Konya’da yaşamış olan Âşık Şem’î’nin kabridir bu. Asıl adı Ahmet’tir ve divanında 119 nolu şiirinin son dörtlüğünde söylediği gibi şiirlerinde “Şem’î” mahlasını (takma adını) kullanmıştır.

Mahlasım ŞEM’Î dir bilâdım Konya
Bizim bağa girmez bülbül-i şeyda
Bir kenar sahrada olmuşum peyda
Kimse bilmez ne revnakte gülüm ben

Arapça kökenli “şem” sözcüğü eski dilde “mum” anlamına gelir; şiir ve şarkılarda bu anlamı öne çıkarılarak kullanılmıştır. Âşıklar için “içten yanan” ve “çevresine ışık saçan” anlamlarında kullanılır.

Bizim bakış açımıza göre: Aşkıyla yanan ve eriyen; eridikçe mum olarak tanımlanan varlığını yok eden; bu yanma ve yok oluşla çevresine de yararlı olarak ışık saçabilen birisidir Âşık Şem’î. Fiziksel durum ve kalıp değildir asıl olan; eylemdir. Üstelik bir değil bir kaç eylem var: Yanmak, erimek, yok olmak, ışık saçmak… Çevrenin ilgisini çeken de ışık saçma eylemidir. Işığını görmeseler yanmış, kavrulmuş, tükenmiş kimin umurunda… Âşık Şem’î dil ustalığını öncelikle kendisine mahlas seçerken göstermiş.

Âşık Şem’î yalnızca doğaçlama şiirler söyleyen, kahvehanelerde atışmalar yapan bir halk ozanı değildir; Konya’nın bağrından yetişen bir Hak (Tanrı) âşığıdır. Büyük mutasavvuf Mevlâna’nın dünyayı bir köye benzeterek söylediği Sözü kesmek gerek, anlayanlara bu kadar yeter. İki kere seslendim; köyde biri varsa duysun diye… beytindeki sözü duyan ve anlayan kişidir Âşık Şem’î.

Âşık Şem’î’nin birbirinden güzel ve anlamlı 158 şiirinin toplandığı bir divanı var. Değerli Büyüğümüz Şükrü Tellioğlu ve Edebiyat Öğretmeni Mehmet Gönüllüoğlu “Şem’î Divanı”nı yeni dile çevirerek yayımlamışlardı. Bu yazıdaki şiirler o çalışmadan alınmıştır.

Âşık Şem’î Çıkrıkçılar Caddesi’ndeki dükkanlarında baba mesleği helvacılıkla uğraşırmış. Konya’da Âşıkların toplanıp koşmalar söylediği, atışmalar yaptığı kahvehanelerden birinde çalışan ve

Telli sazdır bunun adı
Ne ayet dinler, ne kadı
Bunu çalan anlar kendi
Şeytan bunun neresinde?

Abdest alsan aldın demez
Namaz kılsan kıldın demez
Kadı gibi haram yemez
Şeytan bunun neresinde?

diye başlayan taşlamasıyla ünlü Âşık Dertli ile gönüldaş dost olduğu biliniyor.

Bir dönem Konya’da İhtisab Ağası olarak görev yapmış. Çarşı-pazar ağalığı da denen bu kamu görevinin bugünkü karşılığı zabıta müdürlüğüdür. İhtisab ağalığı yaparken helvacı dükkanını başkasına devretmiş olan Şem’î kamu görevinden ayrıldıktan bir süre sonra maddi sıkıntı çekmiş olabilir. Son yıllarda yaygınlaşan makarna, kömür dağıtımına benzer bir uygulama ekibi mahallelerine gelince Şem’î de istekte bulunur ama yetkililer ona ilgisiz davranarak dağıttıklarından vermezler. Bunun üzerine çok içerleyen Şem’î, böyle bir istekte bulunmuş olmasını onursuzluk sayıp kendisine kızarak:

Hak seni halkeylemezden verdi rızkın evvelâ
Ellibeş yaşına girdin ŞEM’Î aç öldün mü sen

sözleriyle biten şiirini söyler.

*** 111 numaralı şiir:

Mübdelâ-yı derd olaldan bir tabîb buldun mu sen
Daima ağlar gezersin binde bir güldün mü sen

Vaktın Eflâtun’ı olsan da pahan bir akçedir
Ey dil-i dîvâne gönlüm haddini bildin mi sen

Durmayub bâb-ı tevekkülde kanaat etmeyip
At sürüb meydan yerinde mat olup kaldın mı sen

Yoğiken aczin geçinmekte kut-i lâyemûd
Her taraftan destine umduğunu aldın mı sen

Hak seni halkeylemezden verdi rızkın evvelâ
Ellibeş yaşına girdin ŞEM’Î aç öldün mü sen

Kut-i layemud (ancak ölmeyecek kadar, çok darına bir gıda) ile geçinmeye bile gücü yetmezken Allah’tan başka bir taraftan ummanın yanlışlığını, sonunda elinin boş kaldığını vurgular. Az ile geçinmeye gücü yetmemekten söz eden Şem’î dil ustalığını konuşturarak; insanın aslında çok az dediğinin de gerçek sağlayıcısını kavrama yoksunluğunu ortaya koymaktadır.

Babamın tasavvuf sohbetlerinde Âşık Şem’î’nin

Sür çıkar ağyarı gönülden tâ tecelli ede Hak
Padişah konmaz saraya hâne ma’mûr olmadan

beytini duyardık. Bir ev tamam, tertemiz ve sahibinin kullanımına hazır olmadan içine yerleşilmediği gibi gönül evinin de Tanrı’nın yerleşebilmesi için temizlenmesi gerekir. Gönüldeki kirliliğin kaynağı “mâsiva”dır ve en geniş anlamıyla gönüldeki ilginin Tanrı’dan başka yöne kayması demektir. Gönül temizliğinin nasıl yapılacağını bizlere Yunus Emre çok açık bir biçimde söylemiştir:

Açıldı sır babı şeyhim yüzünden
Can safalar sürdü tatlı sözünden
Mâsiva tozunu gönül yüzünden
Tevhid ile sildim, Elhamdülillah

*** 122 numaralı şiir:

Vasıl olmaz kimse Hakka cümleden dûr olmadan
Kenz açılmaz bir gönülde tâ ki pûr nûr olmadan

Sür çıkar ağyarı gönülden tâ tecelli ede Hak
Padişah konmaz saraya hâne ma’mûr olmadan

Mest olan mestâne gelmiş tâ ezelden tâ ebed
İçtiler aşkın şarabın âb-ı engûr olmadan

“Mûtû kalb-e en temûtî” sırrına mazhar olmadan
Haşrı neşri gördü bunda nefhai sûr olmadan

Hak cemali Kâbe’sin kıldılar âşıklar tavaf
Yerde Kâbe gökyüzünde beyt-i ma’mûr olmadan

Ârif olanın kelamı gayriden gelmez velî
Pes “Enel Hak” nice desin kişi Mansûr olmadan

Bir muhal sevdaya düşmüş rüz û ŞEM’Î müdâm
Hakka vâsıl olmak ister halka menfûr olmadan


Emrecan Büyüktermiyeci10 Mayıs 2015


⇈ Yukarı ⇈

Eylül - Ekim 2015'e Dikkat!   ⇇ Önceki Yazı Sonraki Yazı ⇉   Aral